1 Şubat 2010 Pazartesi

Kol Düğmeleri

Her zamanki gibi bir gün. Kimine göre. Bazıları önemli bir kararın eşiğinde. Kimisi bundan etkilenecek; ama farkında değil. Bir şeyler değişecek aslında, ama yalnız kimileri için. Diğerleri için aynı şeyler devam edecek...

İki küçük kol düğmesi...
Büyük bir aşk hikayesi...
İki düğme, iki ayrı kolda...
Bizim gibi; ayrı yolda...

Yeliz gözlerindeki üç damlayı silmeyi çalışırken bilgisayardan bu dizeler dökülüyordu. Barış Manço'nun o garip ve etkileyici sesi, sanki Yeliz'in hayatını anlatan sözler. Belli belirsiz gülümsedi. 'Ne garip' dedi içinden; kim bilir kaç kişi bu şarkıyı dinleyip kendi hayatıyla özdeşleştirmiştir.

Yaklaşık bir buçuk senedir Tolga'yı görülmeyecek bir aşkla seviyordu ama artık bitmeliydi. Bu bitme kararının alınması bile  aylar sürmüşken bunu Tolga'ya nasıl söyleyeceğini bilmiyordu Yeliz. Düşünceleri allak bullaktı. Ne istediğini, ne düşündüğünü tam anlayamıyordu artık. Sırf bu konuyu düşünmekten rutin işleri aksıyordu, yaşama geç kalmıştı biraz. Halletmesi gereken işler, yapması gereken görevler vardı; Tolga olsa da, olmasa da. Artık ne istediğine karar vermeli ve hayatını bir düzene sokmalıydı. Bunu en azından Tolga hakediyordu, 2 buçuk aydır çok konuşup görüşmeseler bile...

Yeliz bu süre zarfında Tolga ondan kendiliğinden vazgeçti sanıyordu. Ama Tolga 3 gün kadar önce Yeliz'e çok özlediğine dair bir mesaj atmış ve görüşmek istemişti. Yeliz 3 gündür uyuyamıyor, yemek yiyemiyor, sadece düşünüyordu... Ne diyeceğini, ne yapacağını o kadar çok düşünmüştü ki, stresten saç diplerinin acıdığını hissediyordu. Ama olup bitmeliydi işte bir an önce, herkes kendi hayatına olduğu yerden devam etmeliydi. Ya da devam etmeye çalışmalıydı.

Derken o gün geldi. Yeliz ağlamaklı ağlamaklı kapattı bilgisayarı, üstünü giydi, gözlerinin kızarıklığını ve yüzünün beyazlığını örtecek hafif bir makyaj yaptı ve çıktı. Ne olacağını bilmiyordu. Ne diyeceğini, Tolga'nın yüzüne bakıp bakamayacağını, hiçbir şeyi bilmiyordu. Yavaş yavaş indi aşağı, zaman dursun, saniyeler akmasın istiyordu. Hayatının sonuna kadar Tolga yanında kalsın, hep onunla olsun istiyordu. Ama olmuyordu işte, farklı dünyalarda, farklı rüyalardaydılar.

Kapının önünde beklemeye başladı. Dakikalar sonra Tolga geldi arabayla. Yeliz yavaşça açtı kapıyı, ağır hareketlerle Tolga'nın yanındakini yerini aldı. Gülümsemesi gerektiğini düşünüyordu; zira Tolga ağladığını anlarsa her şey çok daha zor olacaktı. Usulca hal hatır sordu, havadan sudan sohbetler etmelerine göz yumdu. Derken göz göze geldiler. Yeliz yeniden gözleri doldu. Ama sıktı kendini, ağlamadı. 'Ayrılalım' dedi, 'Olmuyor'. Tolga arabayı yavaşlattı, Yeliz'e döndü; 'Demek beni artık sevmiyorsun ha' dedi. Yeliz yutkundu. 'Hayır, sevmiyorum' demesiyle kafasını çevirmesi bir oldu. Yalan söylüyordu çünkü, Tolga hep anlardı.

Gece bu cümlerle devam etti, son kez sarılıp ayrıldılar. Leyla ve Mecnun sanıyorlardı kendilerini, ama her güzel şey biterdi.

Hiç yorum yok: