22 Aralık 2009 Salı

Benliğin Dışavurumları

...

          Yaklaşık 15 metrekare odada 10 kadar kişiydik. Konuşacak, anlatacak, tartışacak hiçbir şeyimiz yoktu. Bulunduğum yerden herkesin aklını okuyabiliyordum. Odadaki bütün insanlar sobanın söneceği saati hesap etmeye çalışıyor, bunun sonucunda uyuyacağımız saati kestirmeye çabalıyordu. Herkes sıkılmıştı, lakin kimsenin söylemeye cesareti yoktu. Bu 15 metrekare oda içerisinde aynı kanı taşıyan 10 kadar kişiydik. Kurban Bayramı, sobanın tam ısıtamadığı odanın içinde iliklerimize işliyordu...
...
 
          Aslında hiç niyetim yoktu. Bayramı annemin köyünde geçirmeyi filan hiç hayal etmemiştim. Zaten bayram dediğin çok uyumak ve geri kalan zamanlarda yemek yemek olmuştu benim için uzun zaman önce. Sanıyorum bana bayramlık almayı bıraktıkları yıla tekabül eder bu zaman. Bu yılı da aynı geçirmek, benim için hiç de sarsıcı olmayacaktı eminim.
         Her şey dayımın bir sabah vakti odamın kapısını çalmasıyla başladı. Başlarda oralı olmadan uyumaya devam ettim, hatta übersonik beynim bunun da rüyanın bir parçası olduğuna kendini inandırmaya çalıştı, ama nafile. Kapı inatla vurulmaya devam ediyordu. Daha sonra dayım bıkkın bir halde kapıyı açtı, çoktan uyanmış olmama rağmen uyuyor numarası yapmaya yeltendim. Bu numarayı küçüklükten beri yaparım. Hiç de inandırıcı olmaz. Oyunculuk eğitimi aldım bir süre halbuki, neyse. Dayım uyumadığımı anlayınca yanıma gelip yanaklarımı sıkmaya, beni gıdıklamaya başladı. Bunu yıllardır yapıyor. 3 ay sonra reşit olmam filan cidden umrunda değil. Neyse. Dayımın ne istediğini biliyordum. "Ya dayıooo" diye bağırmamı ve onu iteklememi bekliyordu. İstediğini yaptım. Sendeledi, arkasındaki koltuğa hafif bir hareketle oturdu. Bana bakıyordu. Senelerdir bana böyle sevgi dolu bakar. Arkasından söyleyecek bir şeyleri varsa tabi..
         Odanın dinginliğini bozan dayım oldu. O kalın sesiyle, emir verir gibi konuşuyordu. Söylediği şeyi yapacağımdan kuşkusu elbette yoktu, ama nezaketen söyleme gereği duymuştu işte. Böyle durumlarda dayılara hak vermek lazım.
        - Elif. Dedi dayım. Evet bu yaklaşık 18 yıldır benim çağırılma komutum. Yarın köye gidiyoruz.
Gayriihtiyari cevabım "Ne köyü?" oldu. Sanki tatil köyü diyecek 48 yaşında adam. Tövbe yarabbim. Neyse. Köy tabi ki dayımın yıllarca villa dikmek için uğraştığı köydü. O uzaktaki köydü. Gitmesek de, görmesek de demeyeceğim; çünkü bir çok kez eserini görmeye götürdü bizi dayım. Tek katlı müstakil köy evlerinin azıcık uzağında, nerde olduğundan habersiz, 2 katlı bir villa. İronik bir yapı. Dayıma göre bir şaheser.
          Bayramın ilk gününü geçirmek için köyümüzü uygun bulmuştu dayım. Benim de bu karara riayet etmemi bekliyordu. Dayı yüreği işte. 17 yaşındaki yeğeninin bayramda evde ayı gibi yatıp pastaneden alınmış ev baklavası yeme isteğini göz önünde bulunduramıyor. Onu anlıyorum.
          Onlara katılmak zorunda olduğumu geç de olsa idrak etmiştim ne yazık ki. Çok uyuyup yemek yeme hayallerim Ufo'yla ısınan lanet odamda son bulmuştu. Gitmemek için direnmek istedim bir süre. Dayımın gözünde o bayram çocuklarındakiler gibi şen havayı görünce vazgeçtim. Boş zamanımız vardı ve dayım bu zamanı battal boy oyuncağıyla değerlendirmek istiyordu kuşkusuz.
           Ertesi gün bir kişi eksik kadromuzla yola çıktığımızda ise geri dönüşü olmayan bir yola girdiğimi az çok anlayabiliyordum. Tam idrak edemeyişimin tek müsebbibi ise kutu fantayı açmadan içmeye çalışan kardeşimdi. Kafam içip içemediğini düşünmekle o kadar bulanmıştı ki farkında olmadan denemek istediğimi söylemiştim. Küçücük elleri tereddütsüz bir şekilde kutuyu bana uzattı, işte o an o ufak deliği farkettim. Damla damla gelen fanta normalinden çok daha lezzetliydi ve insanda aşırı bir içme isteği uyandırıyordu. İstemeyerek fantayı geri verdim ve ertesi gün köyde ne yapabileceğimi düşünmeye koyuldum. Yaklaşık 10 saat kadar zaman geçirmem gerekiyordu, yapacak en ufak bir şeyim yoktu.
           Vardığımızda hava karanlıktı. Dayım ve yengem bizi kapıda karşıladılar, gözlerinden uyku akıyordu. Böyle erken bir saatte bu mayışıklığın tek bir sebebi olabilirdi: soba. Evet, beklediğim manzara tam karşımda duruyordu. Üzerinde çaydanlık ve tencere olan bir soba. Allah'ım, ne kadar zaman olmuştu bu manzaryla karşılaşmayalı? Cidden hatırlamıyorum.
           15 metrekare odada ne yapacağını bilmeyen 10 kadar kişiydik. Aynı ailenin mensuplarıydık, aynı kanı taşıyorduk, ama konuşacak hiçbir şeyimiz yoktu. Suskunluk yarım saat kadar sürdü. Son veren ise dayım oldu. "Oh, vallahi birbirimize yabancılaşmıştık. Ne o öyle, sürekli internhet üzerinden konuşmalar, görüşmemeler filan. Bunuz yapalım her bayramda, hem birazdan kumpir yapıcam size, yeriz sıcak sıcak."
Dayımın bu ani çıkışı herkesi bir anlık şaşkınlığa gark etmişti. Kimse internet üzerinden konuşmalar yapmaktan zerre şikayetçi değildi; her bayramı burada geçirmeye ise kimsenin niyeti yoktu. Ama aksini söyleyip dayımı üzmeye kimsenin cesareti yetmedi. Herkes başıyla destekledi dayımı, hatta annem dayanamayarak arka çıktı: "Vallahi iyi söyledin abi, bu çocuklar kardeş sayılır, neredeyse birbirlerinin yüzlerini unutacaklar. Ayıp canım." Kuzenlerimle bizi kastediyordu. Büyük kuzenimle göz göze geldik. Eskiden neredeyse aynı boyda sayılırdık, şimdi ise yaklaşık iki katım boyunda. Bu dev kuzenimle internette görüşmek kanımca en iyisiydi, çünkü beni bulduğu yerde dolapların üzerine koymak gibi bir huyu var. Dayım gibi büyüdüğüme kuzenim de inanmıyor. Sanıyorum ırsi. Neyse. Dayımla annemin modern zaman atışmaları hız kesmeden devam ediyordu. Tam o saniyelerde kuzenim çantasından laptopunu çıkardı. Üzerinde atıp tuttuğumuz ilginç aygıt. O an hata verip çalışmasa yeriydi. Hakkında bayağı atıp tutmuştuk çünkü. Neyse ki laptop böyle bir densizlik yapmadı ve sinek vızıldamasını andıran bir gürültüyle çalışmaya başladı. Böylece teknolojiden uzak köy hayatımız son bulmuş oldu. Birden Vınn denen ufak taşınabilir modemi neden yanıma  almadığımı sorgulamaya başladım, çünkü şaka maka yanımızda 3 tane bilgisayar vardı. Herkes bilgisayarını yanında getirmişti, ama ne yazık ki modern zamanın en büyük icadından, internetten yoksunduk. Bu bilince ulaştıktan sonra eşli Solitaire oynanmaya başlandı, hız kesmeden devam bütün gece devam edildi. Arada kumpir yapıldı, yenildi, derken uykular geldi. Laptopların kabloları toplanıp çantalara koyuldu. 15 metrekare odanın içerisinde sıkıntıdan fal açan 10 kadar kişiydik. Aynı kanı taşıyan ve internette birbirlerine forward mailler atan kocaman bir aileydik. Soba çatırdayarak yanmaya devam ediyordu...